Kahramanmaraş depremlerinde kayıplarımızın büyüklüğü ile ortaya çıkan dramın sarsıldığı bir dönemdeyiz. Türkiye’de geçen yüzyılın ortalamasına göre yaklaşık üç yılda bir 6,5 büyüklüğünde deprem oluyor. Maddi ve manevi zararın boyutu oldukça fazladır. Beyin sarsıntısı Anadolu coğrafyasında travmatik bahislerden biri haline gelmiştir. Ancak teknoloji ilerledikçe, sarsıntılı afetlerden sonra daha sağlıklı çözüm olanaklarını hayata geçirmek yerine, dış tarafları tetikleme ve komplo teorisi tartışmaları klasik hale geldi. HAARP’ın Kahramanmaraş depremlerinden sonra sarsıntı silahı olarak kullanılmış olabileceğini savunanlar medyada yer aldı.
Elektromanyetik alanlarla değişen atmosferik koşullar konusunda tarihsel süreçte en çok çalışmanın yapıldığı ülkelerden biri Rusya’dır. Komplo teorisyenleri tarafında ise beyaz kaşık(!) gibi “Rus uzmanlar bu konuda da uyardı” gibi tuhaf argümanlar bile ileri sürüldü. Dezenformasyona açık olan bu bahsin sayısal değerlendirmesini ve geleceğe yönelik stratejik tarafını kısaca anlatmak istedik.
HAARP’ın kökenlerini merak edenler için yine Alaska, Fairbanks yakınlarındaki HIPAS (Yüksek Güçlü Auroral Stimulation) projesi, 1960’lardaki ABD ulusal bilim fonu (NSF) önerileri (örneğin) ve Texas’ın Dr. Bernard J. Eastlund’un patentleri ve tezleri. Elektromanyetik iyonosfer gözlem ve konfigürasyon sistemi çalışmaları, Soğuk Savaş döneminde Sovyet-Rusya’nın ilgi alanlarından biriydi. Daha sonra bu konuda başta ABD olmak üzere diğer ulusal ve uluslararası araştırma tesisleri kurulmuştur. Komplo teorisyenlerinin en dikkat çekeni HAARP olsa da, elektromanyetik dalgalar ile iklim düzenlemesi gibi faaliyetlerin Rus menşeli şirketler tarafından ticari faaliyetlerinde halen bir hizmet olarak pazarlandığını belirtmek gerekir. Örneğin Rus girişimci M. Lavrov, merkezi ve sermayesi Dubai’de olan bir şirket kurarak bu hizmetin kripto para birimini piyasaya bile sürmüştür.
HAARP ile ilgili bilimsel ve teknolojik çalışmalarda, Prof.
HAARP, 1999 yılında 3.10 MHz’in ortasında, toplam iletim gücü 0.96 MegaWatt olan 48 antenden oluşan 6×8 dizilimi ile yayına başlamıştır. Tesis 2007 yılında 10×15 mertebesinde 150 adet anten ile bugünkü kapasitesine getirilmiştir. Tam kapasitede 0.96×150/48=3.6 MegaWatt verici gücüne sahiptir. HAARP’ın iki anten alanı vardır. Fotoğrafta görülen 360mx280m boyutlarında ve 3.6 MegaWatt gücünde. Sistem kontrol, gözetleme ve araştırma binası bu anten alanından yaklaşık 800 metre uzaklıkta yer almaktadır.
Önce komplo teorisyenlerinin HAARP’ı ilişkilendirme motivasyonlarını ele alalım ve ardından depremle ilgili güç ölçümlerinin büyüklüğünü karşılaştıralım.
Deprem tahmin çalışmalarında hayvanların davranış bozukluklarından GPS konum sapma anomalilerine kadar yüze yakın parametre incelenmektedir. Bununla birlikte, bunların değerli bir kısmı, ekstra düşük frekanstaki (ELF) ve hatta aralıkların altındaki elektromanyetik ve iyonlaşma/elektrostatik değişikliklerle ilgili görünmektedir. Yüzey elektrik alanlarının olağan günlük değişimlerinin periyodik ve periyodik olmayan bileşenleri vardır. İnsan elektrokardiyogramlarında kalp ritim bozukluğu ölçümünde periyodik bileşendeki anomaliler ile kalp hastalıkları arasındaki ilişki belirlenir.
Beyin sarsıntısı anomalileri ile insan EKG’sinin tanıya karşı karşılaştırılması, zorluklar yaratan değerli bir farkı ortaya koymaktadır. Dünyanın üst katmanı olan litosferde yüzeye yaklaştıkça, özellikle tortul yapının bölgesel değişimi nedeniyle periyodik bileşen modellerini de farklılaştırır. Bu nedenle lokal patern anomalileri EKG’deki ritim bozukluklarından farklıdır.
Bu nedenle, büyük depremlerin olduğu dönemler dikkate alınarak, uzun dönemli veri toplama sonuçları ile deprem tahmin çalışmalarının başarısını gerçekçi bir şekilde değerlendirmek mümkündür. Gelişen yapay zeka teknikleri, derin model transfer öğrenme ve derin muhakeme gibi tekniklerle farklı hata yapılarının ortak özelliklerini daha yeterli analiz etme imkanı sağlamaktadır. Ancak bunun için gözlem noktası sayısındaki artışla birlikte bilgi ölçüsünün de artırılmasına ihtiyaç vardır. Türkiye’de de dahil olduğumuz araştırma projeleri var.
HAARP anten sisteminden üretilen gücün tamamını deprem ihtimali olan bir fay hattına kayıpsız aktarmak mümkün değildir. Aşağıdaki tablo, kayıpsız aktarım mümkün olsaydı ve rezonans yoluyla %100 verimlilikle hata sınırında pozitif bir geri bildirim formunda saklanabilseydi, HAARP’ın kaç gün çalışması gerektiğini gösterir. %100 verimle aktarım ve %100 verimle depolama mümkün olmayacağından gerçek maliyet bunun 100 ile 1000 katı arasında olabilir.
Nitekim Dr. Eastlund’un patent başvurusundaki anten numaraları da HAARP’ın mevcut alanının 50.100 katı büyüklüğünde bir menzile işaret ediyor. Eastlund, HAARP projesinde resmi olarak yer almasa da, patent ve HAARP arasında bazı benzerlikler var. Tablodaki hesaplamaya göre 7 büyüklüğündeki bir deprem için yaklaşık 20 yıllık HAARP santralinin çalışması gerekiyor ki bu süre ideal olmayan koşulların maliyetleri de hesaba katıldığında 1000 yıla kadar çıkabiliyor.
HAARP yaklaşık 15 yıldır mevcut gücüyle (3.6MW) çalışmaktadır ve bunun iki yılı (2013-2015) çalıştırılmamıştır.
Karşıt görüş ise şöyledir: Bir depremin oluşması için yeterli güç birikimi varsa, HAARP veya benzeri sistemler tarafından tetiklenebilir mi? Yani örneğin yıkıcı bir depremin istatistiksel güç birikim periyodu 300 yıl ise, depremin son %1’ine girildiğinde, deprem üç yıl sonra değil de üç yıl önce tetiklenemez mi? siyasi veya askeri önemi olan bir tarihte mi yapıldı?
Burada komplo teorisyenleri başka argümanlar da ileri sürebilirler. Örneğin atmosferik Schumann Rezonansında olduğu gibi bazı kanal (boşluk) rezonanslarını atmosferde iyonosfer yoluyla başka bir noktaya güç aktarımı için kullanmak mümkün ise bunun için karşı tarafta bir yer referansı gerekebilir. Kısacası, ABD gemisinin depremden önce gelmesiyle, ABD gemisine güç vermek yerine uzak kaynağın yer referansı olarak ayarlanması için ölçüm göndermesinin mümkün olup olmadığı sorulabilir. Nikola Tesla ile ilişkilendirilen atmosfer yoluyla güç aktarımı konusu da kısmen bununla bağlantılı.
Pratikte elektromanyetik dalgaların İyonosfer üzerindeki diğer iklimsel etkileri ön plana çıksa da depremi tetiklemeye yönelik komplo teorileri halen zor durumda. Çünkü yıkıcı bir deprem genellikle büyüklüğü 7’nin üzerinde olur ve 200 yıl ile 500 yıl arasındaki ağırlaştırıcı dönemlerde standart sapmaları yani ortalamaya göre değişkenlikleri yüksektir. Bu büyüklükteki sarsıntılar için istatistiksel dönem sapması ±20,50 yıl aralığında olabilir.
Deprem için elasto-plastik model yaklaşımı ile yay simülasyonu yapılarak güç birikme oranı dikkate alınırsa, mevcut olmayan %100 verimli transfer ve depolama modeline kıyasla bile HAARP’ın ihtiyaç duyduğu anlamına gelir. HAARP durumunda mümkün olmayan tetiklemek için 10 yıl boyunca çalıştırılacak. HAARP tesisi, 2015 yılında ABD hava kuvvetlerinden Alaska Fairbanks Üniversitesi’ne sivil bir operasyon olarak (arazi mülkiyeti hariç) devredildi.
Halk arasında HAARP’tan daha etkili alternatif bir beyin sarsıntısı tetikleme modeli olup olmadığını tartışmak, uygun bina üzerine bahis oynamaktan daha değerli değildir; Provokasyonlara karşı güvenlik açısından da sakıncalıdır.
Öte yandan, farklı coğrafyalarda HAARP’tan daha güçlü ve farklı amaçlar için kullanılan sistemler olabileceği ve bunları işletenlerin HAARP komplo teorilerini kamuflaj olarak kullanabilecekleri dikkate alınmalıdır.
Dr. Eastlund’un patentinde şu sözler yer alıyor:
“Bu buluş, harika çeşitli olası sonuçlara ve gelecekteki potansiyel gelişmelere sahiptir. Atmosferin geniş alanları beklenmedik bir şekilde yüksek irtifaya yükselebilir, bu sayede füzeler beklenmedik ve planlanmamış sürükleme kuvvetleriyle karşılaşabilir ve bu da yıkıma veya sapmaya neden olabilir. Üst atmosfer rüzgar modellerini değiştirerek veya güneş soğurma modellerini değiştirerek, örneğin bir mercek veya odaklama cihazı görevi görecek bir veya daha fazla atmosferik parçacık bulutu oluşturarak havayı değiştirmek mümkündür.”
Ayrıca kayalarda gerilim-gerinim ve elektriksel değişimlerin ortasında faydalı olarak kullanılabilecek özelliklerin bulunduğunu da belirtmek gerekir. Piezo-elektrik, termo-elektrik, dielektrik malzeme değişimleri gibi birçok özellik yüzeydeki elektrik alan üzerinde etkilidir. Aşağıdaki formda, test numunesinin (S) hidrolik pres altında mekanik olarak yüklenmesi sırasında, yük hücresindeki voltaj değişiminin ve iki tarafındaki elektriksel potansiyel farkının (Voltage) eş desenler oluşturduğu görülmektedir. Bu özelliğin fay sınırlarında insan EKG’si gibi deprem öncesi anomalilerin tespitinde kullanılmasına yönelik araştırma projeleri de bulunmaktadır.
Uygulamalarındaki güçlükler ve analiz biçimleri geniş kapsamlı bir konu olduğu için başka yazılarda değinmek daha doğru olacaktır.
Ancak burada belirtilmesi gereken önemli bir konu da yer seviyesinden çekirdeğe doğru daha derine inildikçe sıcaklığın artmasıdır. Magmatik intruzyona göre 10.20 km derinlikten sonra Curie sıcaklığı aşılacağı için gerilim değişiminin elektriksel etkileri azalır. Bu nedenle sığ (20 km’den sığ) ve büyük sarsıntıların yüzey anomalilerinin gözlemlenebilirliği ülkemizde olduğu gibi daha yüksektir.
1990’lı yıllardaki planlamasından tam kapasite çalışmaya başlamasına (2008) kadar HAARP için ABD’nin proje bütçesi 250 milyon Dolardır. HAARP araştırması sırasında olağanüstü olaylarla da karşılaşıldı. Bunlardan biri, HİPAŞ ile bağlantısı olduğu belirlenen Dr. Alfred Wong’un son zamanlarda oldukça popüler hale gelen füzyon enerji üretimine olan ilgisi. Dr. Wong, atmosferik plazma gözlemleri sırasında ortaya çıkan gücün klasik modellere uymadığını düşünerek füzyon bağlantısını araştırmaya başladı ve ABD’de sahtecilikle suçlanan soruşturma açıldı.
Öte yandan bahçesinde küçük bir füzyon reaktörü prototip işletmesi tespit edildi ve daha da ilginci, Çin yatırım fonu Wong’un girişimini bir offshore şirket aracılığıyla finanse etmeye başladı. Tüm bunların arkasında, Wong’un ABD’deki HIPAS/HAARP gözetim verilerinden elde ettiği stratejik bilgileri Çinli taraflara aktarmasının ABD için bir risk olarak görülmesi olasıdır. ABD, gayri safi milli hasılası yüksek bir ülke olmasına rağmen, vergi mükelleflerinin değerli çıktı beklentisi olan bir proje veya tesise 250 milyon dolar harcayacağı açıktır. Bu nedenle HAARP’ı deprem dışında atmosferik yapılanmaya yönelik araştırma faaliyetlerine ve sonraki diğer projelere girdi sağlaması açısından değerlendirmek daha doğru olacaktır.
Aşağıdaki fotoğrafta görülen Zmiev İstasyonu, Sovyet-Rus döneminde iyonosfer araştırmaları için kullanılmış ve gücünün 25MWatt (HAARP’tan 7 kat daha güçlü) olduğu belirtiliyor.
Şu anda devre dışı bırakılan bu istasyon hala (!) Ukrayna’nın Kharkov şehrinin yakınındadır. Ancak Rus okulundan gelen grupların kontrolünde atmosferik konfigürasyona sahip en az iki elektromanyetik dalga yayan istasyon daha bulunmaktadır.
CGCT (Climate Global Control Trading) şirketi, Dubai’de yatırımı yapılan bir Rus teknolojisidir.
Bu şirket, 100km x 100km ve daha büyük alanlarda bulut iyileştirme ve sıcaklık düşürme hizmetleri sağladığını duyurdu. Bu hizmet, yaygın olarak bilinen ancak etkinliği her zaman tartışılan uçaktan buluta kimyasal ekim ile yağmur sağımından farklıdır. Çünkü bulutların olmadığı yerlerde bile elektromanyetik dalgalarla bulutlar ve yağışlar oluşturmayı vaat ediyor. CGCT Aral, vizyonu geri kazandırmak için proje anlaşmalarını internet sitesinde duyurdu. Climate Cron adını verdikleri kripto varlık ile iklim yapılandırma hizmeti veriyorlar. Performanslarının gerçekliğini test etmek ancak zaman aralığındaki (örneğin 1-2 yıl) sapmanın uzun yılların istatistiklerine göre incelenmesi ile mümkün olabilir.
CGCT’nin de rakipleri var. Örneğin fotoğraftaki web sitesinden bir görsel olan Weahterlab bunlardan biri.
Weatherlab, farklı frekanslardaki benzersiz elektromanyetik dalgalarla atmosferik akışları yönetme ve kontrol etme, atmosferik bir duvar “kuvvet alanı” oluşturma ve atmosferik tüneller oluşturarak mevcut hava süreçlerini yönetme tezindedir. Şirket ayrıca onu bulutlandırabileceği gibi zıt siklon etkisi ile de bulutlandırabileceği tezini ortaya koyuyor.
Atmosferdeki iyonosfer olaylarının izlenmesi ve sarsıntılarla ilişkilerinin analiz edilmesi konusunda akademik camiada küresel ve ulusal projeler de bulunmaktadır.
Bunlardan biri, aşağıdaki fotoğrafta görülen SuperDARN sistemi ile Kuzey ve Güney Yarımküre’deki iki istasyondan iyonosfer olaylarının izlenmesi üzerinedir. İlgili bir bilimsel makaleden alınan fotoğrafta da depremin tetiklediği dalga etkisi özellikle dikkat çekiyor. Bu firmanın iletişim bilgileri arasında Tel-Aviv/İsrail yer alsa da Rus menşeli de olabileceği belirtiliyor.
TÜBİTAK, 1999 depreminden sonra İTÜ’de devreye alınan Elektrostatik Kaya Gerginliği İzleme Sistemi’ni temel alarak, 2021 yılında bu gözlem bilgilerinin yapay zeka yöntemleriyle analizine dayanan bir sarsıntı risk varsayımı araştırma projesine de destek verdi.
Aşağıdaki fotoğrafta görülen grafik, 6 Şubat 2023 tarihinde Kahramanmaraş’ta meydana gelen depremlerden önce komşu fay sistemindeki iki uzak noktada alınan yaklaşık beş aylık veridir.
Uzun yılların grafikleriyle karşılaştırıldığında 68 gün önce başlayan bir anormallikten bahsetmek mümkün. Ancak bu gözlemin 6 büyüklüğündeki bir depremle veya 7 büyüklüğündeki bir depremle ilgili olduğu veya konumu hakkında erken uyarı verdiğine dair inanç düzeyine şu anda ulaşılmış değil. Öte yandan, bu projelerde elde edilen anomali örüntülerinin ve beyin sarsıntısıyla ilişkisinin varsayımsal (kısa vadeli) araştırmalar açısından ilerleme gösterdiği dikkate alınarak bilgi toplamanın sürekliliğinin sağlanması gerekmektedir.
6 Şubat 2023 günü saat 04:17’de meydana gelen Pazarcık depremi, karasal merkez üssü ve sığlığı nedeniyle yüksek yüzey ivmelerinin prestijiyle yaşam alanlarını vuran bilinen en büyük depremlerden biridir.
1976 yılında Çin’in Tangshan kentinde meydana gelen 7.6 büyüklüğündeki deprem, 300.000’den fazla kişinin ölümüyle son 100 yılın en ağır deprem felaketi oldu. Pazarcık sarsıntısı 7,7 büyüklüğündeydi ve merkez üssü yalnızca 7 km derinliğinde (veya sığdı). Fotoğrafta görüldüğü gibi Kahramanmaraş depremlerinde 1999 depreminde olduğu gibi 3m’den (H. Sözbilir) ve hatta 4m’den fazla yüzey yer değiştirmeleri tespit edildi.
Sığ titreşimlerde yüksek yüzey ivmeleri nedeniyle, şiddet ve buna bağlı olarak hasar artabilir. Kahramanmaraş kadar sığ olmasa da 1939 Erzincan depremi 7.9 büyüklüğünde ve 20 km derinliğinde meydana geldi. Erzincan depreminde 110 bine yakın insanımızı kaybettik. Okyanuslarda çok daha büyük sarsıntılar meydana gelmesine rağmen, deprem sonrası oluşan Tsunami birçok yerde sarsıntıdan daha fazla can kaybına neden oluyor. Bunlardan 9.2 büyüklüğündeki 2004 Sumatra depreminin merkez üssü deniz alanındaydı ve 9 dakika sürdü. 230.000’den fazla insan öldü. Sumatra depremindeki ölümlerin yaklaşık %20’si, deprem sırasında binanın çökmesi gibi yapısal nedenlere bağlıydı. Depremin ardından geniş bir coğrafyaya yayılan tsunaminin kıyı şeridini vurması sonucu ölümlerin %80’e varan oranı meydana geldi.
Türkiye’de olduğu gibi Japonya’da meydana gelen depremler karada ve 30km’den daha sığ hasar gördü (örn. 1995 Kobe).
Sadece 6 Şubat Pazarcık depreminde açığa çıkan güç, 7.3 büyüklüğündeki 1995-Kobe depreminde açığa çıkan gücün yaklaşık 4 katıdır (Merak edenler için hesap makinesi). Buna rağmen fotoğraflarda da görüldüğü üzere Kobe Depremi sonrasında şehrin kritik altyapısı ciddi şekilde hasar görmüş, deprem sonrası çıkan yangınlar hasarı büyük ölçüde artırmış ve 200 milyar dolardan fazla maddi kayba neden olmuştur.
Sığ depremlerin hasarları kadar değerli olan bir diğer yönü de yerkabuğunun üst tabakası olan litosferin atmosferle olan etkileşimlerinde daha gözle görülür olmasıdır. Başka bir deyişle, gelgitler, yer altı sularının yer değiştirmesinden kaynaklanan anomaliler ve yeryüzünde veya atmosferde görülebilen elektromanyetik anormallikler gibi astronomik etkiler, sığ sarsıntı üretebilen bölgelerde daha fazla gözlenir.
Türkiye’deki 7 büyüklüğünden büyük sığ sarsıntıların önemli bir bölümünün Ay’ın ortalamanın 404.000km üzerinde olduğu tarihlere denk gelmesi de dikkat çekiyor. Derin çalkalama mekanizmalarında kayaçların piezoelektrik ve termomanyetik özellikleri Curie sıcaklığının aşılmasıyla azalır (Kıtasal kalkanlardaki curie sıcaklığının derinliği: bir bileşimsel sınır? – Doğa). Çünkü doğru sıcaklık her zaman dünyanın merkezinde artar ve iç çekirdekte 5200°C’ye ulaşır. Bu nedenle elektromanyetik yüzey anomalilerinin aynı büyüklükteki sığ depremlerde daha belirgin olduğu düşünülmektedir. Bir başka açıdan bakıldığında, insanoğlu olarak madencilik ve dağcılık gibi nedenlerle hayati bağlantı alanımız olan dünya yüzeyinden +5000m rakım ve -5000m derinlik, dünyanın yarıçapından sadece %0,1 daha azdır. Gezegen ölçeğine baktığımızda soğan kabuğu kadar ince bir yaşam alanımız var ve tüm kargaşayı burada birbirimize veriyoruz.
Sonuç olarak, Gakona’daki HAARP sistemi ile Kahramanmaraş-Pazarcık sarsıntısını elektromanyetik dalgalar veya atmosfer yoluyla iyonlaşma ile tetiklemek pratik olmaktan uzaktır. Pazarcık depremi, jeolojik dönemlerle uyumlu ve uzmanların tahmin ettiği yaklaşık bir zamanlama ile meydana geldi. Elektrik alanlarıyla karşılıklı etkileşim, derin fay sistemlerindekinden farklı olabilir ve özellikle belirli astronomik ve jeodinamik dönemlerde, sığ deprem oluşturan fayların dizilişine (örn. bindirme yönü, vb.) kıyasla artan hassasiyetle farklılık gösterebilir. Çok düşük frekanslı elektromanyetik dalgalar ve özel problar ile elektrik alan desenleri, atmosferik anormalliklerin sarsıntı öncesi sınıflandırılması, ayrıca bazı deneysel işletim sistemleri ile iklimsel ve meteorolojik olayların yönetilebilirliği çalışılan araştırma konularıdır.
haberlice.xyz